Thursday, December 18, 2008
Bath-İngiltere
Romalılar döneminden itibaren sıcak yeraltı sularının şifa, dinlenme ve tapınma amaçları ile kullanıldığı şehir, Bath. Halen Britanya adasındaki tek kullanımdaki sıcak yeraltı suyu kaynağına sahip olması ve Romalılara ait eserlerin korunması özellikleri ile yerli ve yabancı turistlerin ilgisi eksik olmuyor şehirden. Doğal mazarası ve kendine has mimarisi ile Nicholas Cage gibi önemli isimlerin mülk edinmeleri kaçınılmaz olmuş..
Kendi ülkemizde 3-5 liraya kullanabileceğimiz ancak kaplıca diye hor gördüğümüz kaynakların burada ne kadar değerli olduğunu görmek gayet şaşırtıcı oldu benim için. Öyle ki çevredeki romatizma sağlık merkezleri, oteller, bu sıcak suyun kullanımı için bir kaç saatliğine 35 sterlin gibi bana göre uçuk rakamlar talep ediyorlar. Romalılar dönemi ile ilgili 5-6 dilde bilgi veren sistemleri, animasyon çalışmaları ve dönemi yansıtan aktörleri ile Roman Baths kesinlikle görülmeye değer..
Ancak şehir başlı başına, doğası ile romantizm ve huzur sunuyor.
Ulaşım, konaklama ve daha birçok yararlı bilgi için:
http://www.cityofbath.co.uk/
Wednesday, September 24, 2008
Mustafa:29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na Yaraşır Bir Hediye
29 Ekim Cumhuriyet Bayramında , Atamızın ölümünden 70 yıl sonra, Can Dündar'ın yeni projesi sinemalarda olacak. Mustafa isimli filmin müziklerini Goran Bregoviç hazırlamış ve sadece fragmanı bile insanı etkilemeye yetiyor: www.mustafa.com.tr
Atatürk ile ilgili bilinmeyenleri ve şu ana kadar anlatılmayanları anlatmayı hedeflemiş bir sinema filmi.. Bunun için birçok arşivden özel izin alınmış, çalışılmış.
Kesinlikle gidilip görülmeli..
Atatürk ile ilgili bilinmeyenleri ve şu ana kadar anlatılmayanları anlatmayı hedeflemiş bir sinema filmi.. Bunun için birçok arşivden özel izin alınmış, çalışılmış.
Kesinlikle gidilip görülmeli..
Thursday, September 11, 2008
Tango Öğreniyoruz!!
2009 da bir ara Güney Amerika'ya yapmayı planladığım gezi bir yandan da Tango öğrenme isteğimi tetiklemiş oldu. Evet, tahmin edebileceğiniz gibi Arjantin'den bahsediyorum(OLEEEYY!!)
Aslında daha önce üniversite zamanında açılan bir tango kursuna katılmıştım ancak bu heves çok kısa sürmüştü. Yanınızda kendi partneriniz yoksa ya da oraya partner yapma derdiyle gitmemişseniz, keyif almanız çok mümkün değildi. Ben de en kısa zamanda bırakmıştım..
Ancak bu yaz Arjantin'den tanıştığım tüm insanların tango aşkını gözlemleyince, tekrar bir şevk geldi. Bir arkadaşımın da birkaç aydır Taksimde TangoJean adındaki tango okuluna gittiğini öğrenince, düştüm peşine..
Eski Vakkonun karşısındaki sokaktan girince, yolun sonundaki binalardan bibuçuk un üstünde 2. ve 3. katlarda faaliyet gösteriyor, TangoJean. Hiç dans bilmeme rağmen, dans salonunda otururken dansa kaldıranlar oldu. Ben sadece izlemeye ya da olursa yeni açılan sınıfa katılmaya gelmiştim. Ancak bir şekilde kendimi daha ilk günden dans pistinde buldum. Bir yandan ayak uydurmaya çalışıyordum bir yandan da kim olduğunu bilmediğim insanlar yanlışlarımı düzeltiyorlardı.(Sonradan İrfan Hoca olduğunu öğrendim, hata düzeltişleriyle rüyalarıma girecek artık:))) Adımlarını şöyle atmalısın, kolunu böyle tutmalısın gibi uyarılarla..
Burası gerçekten de insanların dans öğrenmek için geldikleri sadece tango üzerine kurulu güzel bir mekan. Henüz hiç bir milangosuna katılmadıysam da haftada 2-3 gece her seviyeden insanın birlikte dans ettikleri bir dans okulu, dans kulübü.
İskoçya gezim dolayısıyla 2-3 hafta ara verince eğitmenimin beni araması da gerçekten güzel bir hareketti. Ve ben bu aradan ötürü yeni açılan başka bir sınıfta devam etmeye başladım..
Hala adımlarda hatalar var, eğitmenlerin de dediği gibi hata her zaman olacak. O nedenle yapılan her dans eşsiz olacak. Belki de bu dansın güzelliği de burada. Adım saymak, ezberlemek yok. İletişim üzerine kurulu, özgür bir dans...
Tangojean de bu dansı öğreten, teşvik eden güzel bir yer. Tavsiye edilir:)
Artık belli bir zaman sonra gerçekten dans ettiğimi düşündüğümde yeni yazımda detayları aktarırım..
Aslında daha önce üniversite zamanında açılan bir tango kursuna katılmıştım ancak bu heves çok kısa sürmüştü. Yanınızda kendi partneriniz yoksa ya da oraya partner yapma derdiyle gitmemişseniz, keyif almanız çok mümkün değildi. Ben de en kısa zamanda bırakmıştım..
Ancak bu yaz Arjantin'den tanıştığım tüm insanların tango aşkını gözlemleyince, tekrar bir şevk geldi. Bir arkadaşımın da birkaç aydır Taksimde TangoJean adındaki tango okuluna gittiğini öğrenince, düştüm peşine..
Eski Vakkonun karşısındaki sokaktan girince, yolun sonundaki binalardan bibuçuk un üstünde 2. ve 3. katlarda faaliyet gösteriyor, TangoJean. Hiç dans bilmeme rağmen, dans salonunda otururken dansa kaldıranlar oldu. Ben sadece izlemeye ya da olursa yeni açılan sınıfa katılmaya gelmiştim. Ancak bir şekilde kendimi daha ilk günden dans pistinde buldum. Bir yandan ayak uydurmaya çalışıyordum bir yandan da kim olduğunu bilmediğim insanlar yanlışlarımı düzeltiyorlardı.(Sonradan İrfan Hoca olduğunu öğrendim, hata düzeltişleriyle rüyalarıma girecek artık:))) Adımlarını şöyle atmalısın, kolunu böyle tutmalısın gibi uyarılarla..
Burası gerçekten de insanların dans öğrenmek için geldikleri sadece tango üzerine kurulu güzel bir mekan. Henüz hiç bir milangosuna katılmadıysam da haftada 2-3 gece her seviyeden insanın birlikte dans ettikleri bir dans okulu, dans kulübü.
İskoçya gezim dolayısıyla 2-3 hafta ara verince eğitmenimin beni araması da gerçekten güzel bir hareketti. Ve ben bu aradan ötürü yeni açılan başka bir sınıfta devam etmeye başladım..
Hala adımlarda hatalar var, eğitmenlerin de dediği gibi hata her zaman olacak. O nedenle yapılan her dans eşsiz olacak. Belki de bu dansın güzelliği de burada. Adım saymak, ezberlemek yok. İletişim üzerine kurulu, özgür bir dans...
Tangojean de bu dansı öğreten, teşvik eden güzel bir yer. Tavsiye edilir:)
Artık belli bir zaman sonra gerçekten dans ettiğimi düşündüğümde yeni yazımda detayları aktarırım..
Tuesday, September 09, 2008
İskoçya
Yazın sonlarında ingiltereye yapacağım kısa bir iş gezisini bir arkadaşın davetiyle Edinburgh festivaline katılmak amacıyla İskoçya ve İngiltere gezisine dönüştürdüm. Uluslararası bir üne sahip olan Edinburgh festivaline katılmak fikri reddemeyeceğim kadar cazipti.
Türkiyeden direk olarak İskoçyaya uçuş bulunmadığını var olan tek alternatifin de 1ooo küsür euro gibi uçuk bir rakam istediğini öğrenince, Heathrow dan şaşmayayım dedim. Zira direk havaalanından İskoçyaya giden otobüsler(onların deyimi ile couch) mevcut. Şaşırtıcı olan şey şu ki koca britanya adasında sadece 2 otobüs firması var: Natinal express ve Megabus. Otobüs seyahatlari Türkiyeye kıyasla konforu düşük ve güvensiz diyebilirim. Zira bol bol gecikmeler, yolda bozulan araçlar vs yaşanabiliyor. Biletlerse numarasız. Sanırım bu nedenle genelde tren tercih ediliyor ancak biletinizi önceden almadıysanız son dakika tren bileti uçak biletine denk geliyor.
Tüm gece süren otobüs yolculuğu sonrasında Edinburgh otobüs istasyonuna vardım ve ilk hissettiğim şey anlaşılmaz ingilizce oldu. Malesef her söyleneni tekrar ettirmek durumunda kaldım. Ancak bir süre sonra yanımdaki arkadaşlara güvenerek ne dendiğini dinlememeye bile başladım:) (Gittiğiniz yabancı ülkede tanıdıkların olmasının böyle güzel bir avantajı var:))
Daha otobüste hissetmeye başladığım soğuk hava bir iskoçya klasiği. Tamam yağış var diye uyardılar beni ancak yaz mevsiminde bu soğuğu beklemiyordum. Resmen dondum!!! Gidecek olanlara benden tavsiye, ne zaman giderseniz gidin bi mont filan mutlaka götürün. Şemsiye zaten şart:)
Normalde küçük ve sakin bir şehir olan Edinburgh festival* süresince dünyanın dört bir yanından -kapasitesinin de üzerinde- misafir ağırlıyor. Öyle ki restaurantların kapısında sırada beklemek icap ediyor. High street sokak göstericileri ile dolup taşıyor, insanlar bir anda kaynaşıyor. Bir taraftan geleneksel özellikler göze çarparken diğer taraftan her milletten insanın festivale ekledikleri göze çarpıyor.
Mimari yapısı ile İskoçların deyimiyle "unique, just like Istanbul" . Sert kayalıklar üzerinde halen aktif olarak kullanılan(Edinburgh Military Tatoo) kalesi ve aşağıya kadar inen old town burayı çevreleyen new town..
İskoçyanın en büyük şehri olan Glasgow ve de azcık Highlands da gezimize dahildi. Highlands için azcık diyorum zira Edinburghta satılan günlük veyahut 3 günlük turlara katılıp tüm zamanımı otobüste geçirmemi tavsiye etmeyen arkadaşlarımdan birisi arabayla bir doğa gezisine ev sahipliği yaptı. İyi de yapmış çünkü inanılmaz güzel manzaralar, piknik alanları, yelkenli, kanoi, rafting parkurları görmüş olduk. Queen View dedikleri bir manzara var ki gerçekten görülmeye değer. Scottish Cattle denilen şahsına münhasır da bir hayvanları var ki gerçekten çiftliklerde görmek mümkün.
Glasgow ise daha yeni, modern, genç insan sayısının üniversitelerden dolayı daha yoğun olduğu sanayi şehri diyebiliriz. Turistik açıdan çok da gezilecek bir yer olmamakla birlikte eğer dostlarınız varsa dünyanın her yanı gidilecek bir yerdir...
* Edinburgh da sene içersinde birçok festival oluyor. Bahsi geçen festival spesifik olaran Fringe diye biliniyor.
Türkiyeden direk olarak İskoçyaya uçuş bulunmadığını var olan tek alternatifin de 1ooo küsür euro gibi uçuk bir rakam istediğini öğrenince, Heathrow dan şaşmayayım dedim. Zira direk havaalanından İskoçyaya giden otobüsler(onların deyimi ile couch) mevcut. Şaşırtıcı olan şey şu ki koca britanya adasında sadece 2 otobüs firması var: Natinal express ve Megabus. Otobüs seyahatlari Türkiyeye kıyasla konforu düşük ve güvensiz diyebilirim. Zira bol bol gecikmeler, yolda bozulan araçlar vs yaşanabiliyor. Biletlerse numarasız. Sanırım bu nedenle genelde tren tercih ediliyor ancak biletinizi önceden almadıysanız son dakika tren bileti uçak biletine denk geliyor.
Tüm gece süren otobüs yolculuğu sonrasında Edinburgh otobüs istasyonuna vardım ve ilk hissettiğim şey anlaşılmaz ingilizce oldu. Malesef her söyleneni tekrar ettirmek durumunda kaldım. Ancak bir süre sonra yanımdaki arkadaşlara güvenerek ne dendiğini dinlememeye bile başladım:) (Gittiğiniz yabancı ülkede tanıdıkların olmasının böyle güzel bir avantajı var:))
Daha otobüste hissetmeye başladığım soğuk hava bir iskoçya klasiği. Tamam yağış var diye uyardılar beni ancak yaz mevsiminde bu soğuğu beklemiyordum. Resmen dondum!!! Gidecek olanlara benden tavsiye, ne zaman giderseniz gidin bi mont filan mutlaka götürün. Şemsiye zaten şart:)
Normalde küçük ve sakin bir şehir olan Edinburgh festival* süresince dünyanın dört bir yanından -kapasitesinin de üzerinde- misafir ağırlıyor. Öyle ki restaurantların kapısında sırada beklemek icap ediyor. High street sokak göstericileri ile dolup taşıyor, insanlar bir anda kaynaşıyor. Bir taraftan geleneksel özellikler göze çarparken diğer taraftan her milletten insanın festivale ekledikleri göze çarpıyor.
Mimari yapısı ile İskoçların deyimiyle "unique, just like Istanbul" . Sert kayalıklar üzerinde halen aktif olarak kullanılan(Edinburgh Military Tatoo) kalesi ve aşağıya kadar inen old town burayı çevreleyen new town..
İskoçyanın en büyük şehri olan Glasgow ve de azcık Highlands da gezimize dahildi. Highlands için azcık diyorum zira Edinburghta satılan günlük veyahut 3 günlük turlara katılıp tüm zamanımı otobüste geçirmemi tavsiye etmeyen arkadaşlarımdan birisi arabayla bir doğa gezisine ev sahipliği yaptı. İyi de yapmış çünkü inanılmaz güzel manzaralar, piknik alanları, yelkenli, kanoi, rafting parkurları görmüş olduk. Queen View dedikleri bir manzara var ki gerçekten görülmeye değer. Scottish Cattle denilen şahsına münhasır da bir hayvanları var ki gerçekten çiftliklerde görmek mümkün.
Glasgow ise daha yeni, modern, genç insan sayısının üniversitelerden dolayı daha yoğun olduğu sanayi şehri diyebiliriz. Turistik açıdan çok da gezilecek bir yer olmamakla birlikte eğer dostlarınız varsa dünyanın her yanı gidilecek bir yerdir...
* Edinburgh da sene içersinde birçok festival oluyor. Bahsi geçen festival spesifik olaran Fringe diye biliniyor.
Thursday, July 10, 2008
Viyana
Roma kadar olmasa da tarihin içinden bir şehir Viyana..
Gördüğünüz her bina tarihi neredeyse. Arada kalan eski, kötü yapılar ise 2. dünya savaşı sırasında bombaların denek geldiği yerleri doldurmak için zamanın kısıtlı bütçesi ile yapılmış olanlar. O kadar tarihi bir yer ki, yer altına otopark yapmak için başlatılan kazı Roma surları meydana çıkınca yarıda bırakılmış ve öylece sergilenmekte.
Viyanayı gezmenin en güzel yolu tabii ki yürümek. Yalnız şehrin dışarına doğru kalan güzellikler için tabii ki yaygın bir toplu taşıma ağı var. Ör: ShonBrunn Sarayı bu güzelliklerden birisi. Zamanın kralı tarafından yazlık saray olarak kullanılan bu yerde bahçeler harkulade güzellikte. Bulutlar, mimari ve yeşil birarada inanılmaz huzurlu. Ben kendimi burada gezerken çok mutlu hissettim, şahsen.
Şehrin merkezi ayrıntılarla dolu. Viyanalı bir arkadaşınız varsa gezip gördüklerinizi anlamanız daha kolay. Örneğin Viyanalılar her binalarını neredeyse restore edip bakıyorlar. Ancak restoraysyon sırasında eski halini de mutlaka bırakıp insanlara en eski hali hakkında fikir veriyorlar. Tarihe bu denli saygılı oluşları da hala bu güzelliklere sahip olmalarıyla taçlandırılıyor.
Sol tarafta gördüğünüz "Der Liebe Augustin" Avusturyalıların yaşama azimlerinin simgesi haline gelmiş. Zira orta çağlarda Avrupayı kasıp kavuran Veba döneminde elindeki çalgısını çalıp sarhoş halde gezerken, vebadan ölenler için kazılan çukurun birine düşüp sızıyor. Ölü zannedilerek üstü örtülüyor ancak uyanında elindeki çalgıyı çalmaya başlıyor ve bu şekilde kurtuluyor. O kadar vebalı vücudun yanında yatmış olmasına rağmen hiç bir hastalık da kapmıyor.(Bunu tabi Alkole de bağlıyorlar:)). Ve işte böylelikle yaşama bağlılığın bir simgesi oluyor.
İşte böyle gidilesi, gezilesi bir yermiş Viyana. Yaşanan vize sıkıntılarına da değdi doğrusu. Aşırı güvenlik önlemleri Eurocup dolayısıyla daha da artarak can sıkıcı bir hal almıştı ancak biz gezmesini, keyf almasını yine de bildik:))
Gördüğünüz her bina tarihi neredeyse. Arada kalan eski, kötü yapılar ise 2. dünya savaşı sırasında bombaların denek geldiği yerleri doldurmak için zamanın kısıtlı bütçesi ile yapılmış olanlar. O kadar tarihi bir yer ki, yer altına otopark yapmak için başlatılan kazı Roma surları meydana çıkınca yarıda bırakılmış ve öylece sergilenmekte.
Viyanayı gezmenin en güzel yolu tabii ki yürümek. Yalnız şehrin dışarına doğru kalan güzellikler için tabii ki yaygın bir toplu taşıma ağı var. Ör: ShonBrunn Sarayı bu güzelliklerden birisi. Zamanın kralı tarafından yazlık saray olarak kullanılan bu yerde bahçeler harkulade güzellikte. Bulutlar, mimari ve yeşil birarada inanılmaz huzurlu. Ben kendimi burada gezerken çok mutlu hissettim, şahsen.
Şehrin merkezi ayrıntılarla dolu. Viyanalı bir arkadaşınız varsa gezip gördüklerinizi anlamanız daha kolay. Örneğin Viyanalılar her binalarını neredeyse restore edip bakıyorlar. Ancak restoraysyon sırasında eski halini de mutlaka bırakıp insanlara en eski hali hakkında fikir veriyorlar. Tarihe bu denli saygılı oluşları da hala bu güzelliklere sahip olmalarıyla taçlandırılıyor.
Sol tarafta gördüğünüz "Der Liebe Augustin" Avusturyalıların yaşama azimlerinin simgesi haline gelmiş. Zira orta çağlarda Avrupayı kasıp kavuran Veba döneminde elindeki çalgısını çalıp sarhoş halde gezerken, vebadan ölenler için kazılan çukurun birine düşüp sızıyor. Ölü zannedilerek üstü örtülüyor ancak uyanında elindeki çalgıyı çalmaya başlıyor ve bu şekilde kurtuluyor. O kadar vebalı vücudun yanında yatmış olmasına rağmen hiç bir hastalık da kapmıyor.(Bunu tabi Alkole de bağlıyorlar:)). Ve işte böylelikle yaşama bağlılığın bir simgesi oluyor.
İşte böyle gidilesi, gezilesi bir yermiş Viyana. Yaşanan vize sıkıntılarına da değdi doğrusu. Aşırı güvenlik önlemleri Eurocup dolayısıyla daha da artarak can sıkıcı bir hal almıştı ancak biz gezmesini, keyf almasını yine de bildik:))
Gülhanın Galaksi Rehberi
2dir TV8de rastgeldiğim bir program: Gülhanın Galaksi Rehberi. Gezmeyi, yeni yerleri keşfetmeyi seven birisi olarak bu gezi programına bayıldım ve blogumda da sizlere anlatmak istedim. Şu anda hala Roma'yı gezip keyifli bir şekilde bizlere anlatan programı izlemenizi tavsiye ediyorum. Gülhan isimli şirin sunucunun yorumları, bahsi geçen konularla ilgili animasyonarı programa gerçekten farklı bir tat katmış.. Perfecto..
Wednesday, June 25, 2008
Tekrar Merhaba
Uzun zamandır yazmadığım kişisel bloguma artık geri dönüyorum!!!!(alkışlaar...)
Bu zaman zarfında yapmış olduğum Hollanda, İngiltere, Avusturya ve Slovakya gezilerimle ilgili gözlemlerimi, fotoğraflarımı sizlerle paylaşıyor olacağım.
Görüşmek üzere,
Bu zaman zarfında yapmış olduğum Hollanda, İngiltere, Avusturya ve Slovakya gezilerimle ilgili gözlemlerimi, fotoğraflarımı sizlerle paylaşıyor olacağım.
Görüşmek üzere,
Subscribe to:
Posts (Atom)